Pandeminin Ticari Sözleşmelere Etkisi

PrintMailRate-it

  Sirküler No: 2020 / 72

Tarih:  26.03.2020

Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgını ("pandemi") ticari hayatı da olumsuz etkilemeye devam etmektedir. Forbes'in 19.03.2020[1] tarihli yazısında salgın sebebiyle özellikle ürün taleplerindeki azalmaya ve mal/hizmet tedarikinde yaşanacak zorluklara dikkat çekilmektedir. Hâlihazırda salgın için dünya çapında alınan önlemler giderek artmakla birlikte, şirketler açısından karşılaşılan en büyük zorluk bu gidişatın ne kadar süre devam edeceğinin öngörülemez oluşudur. 

 

  • COVID-19 Pandemisi 

İlk olarak Çin'de görülen ve dünyaya yayılan pandemi, özellikle Avrupa ülkelerini yoğun bir şekilde etkisi altına almış, söz konusu ülkelerde havayolu ulaşımı ve perakende sektöründe yasal kapatma/hizmetlere ara verme önlemlerinin alınmasına sebep olmuştur. 

Benzer önlemler Türkiye'de de alınmış olup, hâlihazırda tanı konan vaka sayısı ve hastalık sebebiyle ölen kişi sayısının dünya üzerinde artmış olması sebebiyle diğer başka önlemlerin de alınması beklenmektedir.


 SIRKULER72.jpg

(Dünya Sağlık Örgütü 24.03.2020 verisi)

 

  • Pandeminin Ticari Sözleşmelerden Doğan Para Borcu ve Mal / Hizmet Tedariki Borçlarına Etkisi

1.     Pandeminin borcu sona erdiren bir hal olan "Mücbir Sebep" kavramı çerçevesinde değerlendirilmesi


Mücbir sebep genel olarak, varlığı halinde sözleşmeden doğan sorumluluğun ortadan kalkmasına sebep olan durumları ifade etmektedir. 

Bu kavrama ilişkin net bir tanım hukuki düzenlemelerde yer almamakla birlikte kavram, öğreti ve yargı kararlarıyla somutlaştırılmıştır. Yerleşik hukuk sistemlerinin bulunduğu ve uluslararası ticaret sahasındaki aktörlerin birbirine bu denli bağlı olduğu 21. yy dünyasında, salgın bir hastalığın mücbir bir sebep olarak ticari ilişkiler üzerindeki hukuki etkisi de hukukçular tarafından ciddiyetle ilk kez ele alınmış olacaktır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun aşağıdaki kararı doğrultusunda mücbir sebep:
 


"… Sorumlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, borcun ihlâline mutlak olarak kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır. Mücbir sebep çoğunlukla yıldırım düşmesi, kasırga, deprem, gibi bir doğa olayı olabileceği gibi bazen savaş, ihtilal, isyan gibi beşeri ya da sosyal bir olay, hatta ithal yasağı, kamulaştırma gibi hukuki bir olay da olabilir (Eren, F.; Sorumluluk Hukuku Açısından Uygun İlliyet Bağı Teorisi, Ankara 1975, s. 177; Tandoğan, s. 464; Kurt, L. M.; Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkansızlık, Ankara 2016, s. 195)." 

 

Bir başka Kararda ise salgının mücbir sebep olabileceği açıkça belirtilmiştir: 


 
"Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 582). Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır." Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi mücbir sebebin bir takım unsurları vardır. Öncelikle mücbir sebep, zorlayıcı bir olaydır. Bu olay doğal, sosyal veya hukuki bir olay olabileceği gibi insana bağlı beşeri bir olay da olabilir. Bu olay, zarar verenin faaliyet ve işletmesi dışında kalan bir olay olmalıdır. Mücbir sebep sebebiyle zarar veren, bir davranış normunu veya sözleşmeden doğan bir borcu ihlal etmiş olmalıdır. Yine mücbir sebep, davranış normunun ihlali ya da borca aykırılığın sebebi olmalı ve kaçınılmaz bir şekilde buna yol açmış olmalıdır. Kaçınılmazlık kavramı, mücbir sebep yönünden karşı konulmazlık ve önlenemezlik kavramını da kapsar. Mücbir sebebin bir diğer unsuru ise öngörülmezliktir."


Yargıtay'ın yukarıdaki kararından yola çıkılarak mücbir sebebe ilişkin unsurlar şu şekilde sıralanabilir:

  • İşletmenin inisiyatifi dışında meydana gelen
  • Herkes için kaçınılmaz olan
  • Öngörülmesi mümkün olmayan
  • Karşı konulması herkes için imkansız olan

 

Yukarıdaki tanımdan ve mücbir sebebin unsurlarından yola çıkılacak olursak, mücbir sebebin genellikle bir anda ortaya çıkan ve etkisini çıktığı an itibariyle gösteren olağanüstü hal olarak değerlendirildiği görülmektedir. 

Pandeminin ise kaçınılmaz, öngörülemez ve karşı konulamaz etkisi olmakla birlikte etkisini uzun bir zaman dilimine yayılarak ve artarak gösterdiği gözlemlenmektedir. Bu sebeple bugüne kadar ele alınmış olan "deprem, kasırga vb. iç savaş" gibi durumlara nazaran etkisini küresel olarak zamana yayılmış bir şekilde ortaya koymasıyla diğer hallerden ayrıldığı söylenebilir.

 

Ayrıca belirtmek gerekir ki, tanımdaki öngörülemezlik, olayın ortaya çıkışındaki öngörülemezliği kapsamaktadır.  

Bu sebeple salt pandeminin çıkışının öngörülemez olması, sonrasında yaşanan zorlukların da öngörülemez olduğunu anlamına gelmemektedir. Buna göre özellikle tarafların tacir olduğu sözleşmeler bakımından pandemi halinde alınması gereken ticari kararlarda bu halin gözetilmemesi iyi niyet kurallarına aykırı olarak da değerlendirilebilecektir. Örneğin Yargıtay bir kararında;

 

"  Her ne kadar hava limanında bir kargaşa yaşanıyor olsa da taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin Libya'da zaten yaşanmakta olan iç savaş ve kargaşa sebebiyle davacı şirketin orada çalışan işçilerinin güvenli bir şekilde ülkelerine dönmelerini sağlamak üzere yapıldığı dikkate alındığında, hava limanında da bir kargaşa veya karışıklığın yaşanmasının öngörülemeyen bir durum olduğu söylenemez. Zira sözleşmenin düzenlendiği anda ülkede iç savaş ve kargaşa hali sürmekte olup, davalı şirketin iç savaş halini mücbir sebep olarak ileri sürmesi iyi niyetli bir davranış olarak değerlendirilemez. Davacı şirket işçilerinin biniş kartları dahi düzenlenmiş iken bu işçiler dışında başka yolcuların taşınmış olması, gerekli tüm önlemlerin davalı şirket tarafından alınmadığını, biniş kartları ve yolcu listesini kontrol etmeyen davalı şirketin kusurlu davrandığını göstermektedir."

 

 

diyerek mücbir sebep sayılabilecek durumlarda dahi tacirlerin iyi niyet ve basiretli davranma ilkelerine riayet etmesi gerektiğine işaret etmektedir. 

 

Bu sebeple pandeminin çıkışı ve yayılışı öngörülemez, kaçınılmaz ve karşı konulamaz olsa da bu, şuan için dünyanın içinde bulunduğu hal itibariyle zararlarının en aza indirilmesi için önlem alınmasının da mümkün olmadığı anlamına gelmemektedir.  

 

Burada önlemden kasıt, yayılmasının önlenmesi değil "sözleşme ihlaline sebebiyet vermesi"nin önüne geçilmesidir. Bu açıdan sözleşmelerin gereği gibi ifa edilebilmesi için alınması gereken önlemlerin kapsamı, sözleşmeler hukukuna hakim olan diğer ilkeler göz önüne alınarak saptanmalıdır.

 

  • Dürüstlük Kuralı

 

Sözleşme kurulması öncesi ve sözleşmelerin ifası sırasında tarafların uymakla yükümlü olduğu kuralların yorumunda gözetilmektedir.  

Örneğin bilgi, yetenek ve tecrübeye uygun olan edimlerin borçlanılması, sözleşmenin ifasından önce sözleşmenin kurulması için önemli sayılan bilgi ve gerçeklerin karşı taraftan saklanmaması vb.  (stok ya da üretim kapasitesindeki yetersizliğe rağmen bir siparişin kabul edilmesi bu kuralın ihlaline sebep olacaktır.) 

- Pacta Sunt Servanda (Ahde Vefa)

Sözleşme ile bağlılığın esas olduğu anlamına gelen bu kurala göre, taraflar sözleşmeyi akdedildiği şekliyle ifa etmekle yükümlüdür.

Buna göre taraflar, belli ağırlığa ulaşmamış sebepleri nazara alarak sözleşmeyle yükümlendikleri edimlerin ifasından vazgeçemezler, aksi halde karşı tarafın bu sebeple uğradığı zararı karşılamakla yükümlü olurlar.

Bu kurala ilişkin yasal bir istisna Türk Borçlar Kanununda yer almaktadır:  



"Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır."



Burada dikkat edilirse kanun, sözleşmenin uyarlanması için zor durumda kalan tarafa hakimin müdahalesini talep etme, bunun mümkün olmaması halinde ise sözleşmeden dönme hakkı tanımaktadır.

Bununla birlikte Ticaret Hukuku kapsamında tacirlerin basiretli davranma yükümlülükleri çerçevesinde bu maddenin uygulanma alanı dar tutulmaktadır.

Örneğin bir Türk Ticaret Kanunun bir maddesinde "Tacir sıfatını haiz borçlu, Türk Borçlar Kanununun 121. maddesinin ikinci fıkrasıyla 182. maddesinin üçüncü fıkrasında ve 525. maddesinde yazılı hâllerde, aşırı ücret veya ceza kararlaştırılmış olduğu iddiasıyla ücret veya sözleşme cezasının indirilmesini mahkemeden isteyemez." hükmü yer almaktadır.

Yine de Yargıtay, tüzel kişilerin de kişilik hakkını haiz olduğunu ve artık kişilik hakkı ihlali teşkil eder nitelikte fahiş ücret ve cezai şartın indireme tabi olacağını kabul etmekle birlikte, bu yorumu istisnai hallerde yapmaktadır. 
 
- Basiretli bir tacir gibi davranma ilkesi 

Basiretli bir tacir gibi hareket etme ilkesi Türk Ticaret Kanunun temel ilkelerindendir.   Buna göre:

 

"Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir."  

 


Yargıtay'a göre, basiretli iş adamı gibi hareket etmek;

 

 

"bugünün ve istikbalin piyasa durumunu tacirin işlemi yaptığı sırada göz önünde tutması" demektir. Benzer başka bir tarife göre de, basiretli hareket etmek, "bugünün ve geleceğin koşullarını gerçek ve ölçülü bir şekilde değerlendirebilmektir"


Buna göre, basiret, tacirin ticarî işletmesiyle ilgili olarak, fiilî ve hukukî işlemlerde göstermesi gereken dikkat, tedbir ve objektif özen yükümlülüğü demektir. Tacir, tüm bu hukukî ve fiilî işlemlerini yaparken, ticarî hayatın gerektirdiği tüm tedbirleri almalı ve meydana gelebilecek değişmeleri önceden tahmin etmeye çalışarak yükümlülük altına girmesi gereklidir." [2]



Bu sebeple mücbir sebep halinin yukarıdaki üç unsurun da göz önüne alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede ticari işlerle ilgili bir takım ihtimallerin konu kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Söz konusu ihtimaller her somut olay nezdinde değişecek olmakla birlikte, Türk Borçlar Hukuku açısından mücbir sebep ifa imkânsızlığı (m.136) çerçevesinde değerlendirilmektedir, buna göre: 

"Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer. 


Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır. 


Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür."



Görüldüğü gibi Kanun borcun imkânsızlığından bahsetmektedir.  Buradaki imkânsızlık hali para borcu ve parça borçları için ayrı ayrı değerlendirilmelidir.  

Belli bir miktar paranın ödenmesine ilişkin borçlar, salt nakit akışı sıkıntısı vb. sebeplerle imkânsız hale gelmemekte olup, bu durumda konu ancak yukarıda bahsedilen ifa güçlüğü açısından değerlendirilecektir. Özellikle bir mal/hizmetin pandemi sebebiyle ifasının imkânsızlaşması örneğin üretim için sipariş alınmasından sonra kapatma kararlarının verilmesi halinde söz konusu olacaktır ki ancak bu durumda ifa imkânsızlığı gündeme gelecektir.  

Bir mal veya hizmetin ifasının, yine pandemi sebebiyle imkânsız hale gelmesi de resmi makamlarca ya da iş güvenliği mevzuatı zorunlu kıldığı için işletmesel bir karar alınarak fabrikanın/iş yerinin kapatılmış olması durumu ortaya çıkmadıkça söz konusu olmayacaktır.


2.     Pandeminin "Borçların Hiç veya Gereği Gibi İfa Edilememesi" kavramı çerçevesinde değerlendirilmesi 

Yukarıda açıklandığı gibi konunun pandemi temel alınarak salt "Mücbir Sebep" kapsamında değerlendirilmesinde ihtiyatlı davranılması gerekmektedir. Çünkü mücbir sebep borcu sona erdiren bir hal olup, çoğu işletmenin pandemi süresince ilk etapta ve uzun süre daha çok ifa imkânsızlığı ile karşı karşıya kalacağı yani borcun sona ermeyeceği, fakat ifasının gereği gibi ya da hiç yapılamayacağı ihtimalinin doğacağı unutulmamalıdır.

Örneğin kapatma değil fakat üretim kapasitesinin azaltılması durumunda borcun sona ermesi değil, gereği gibi ifa edilmemesi gündeme gelecektir. Kanunun ilgili maddesi ise şu şekildedir;  


"Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür."  



Madde metninden de görüleceği üzere burada borç sona ermemekte, pandeminin kusuru ortadan kaldıran bir hal olarak değerlendirilmesi yoluna gidilerek borcun ifa edilememesinin karşı tarafta doğuracağı zararları tazmin borcu ortadan kalkmaktadır. Bu halde karşı taraf yine de sözleşmenin niteliğine göre dönme veya fesih hakkını kullanabilecektir.

Öte yandan yine yukarıda bahsedildiği gibi sözleşmelerin;

  • Pandemiden önce akdedilmesi ve fakat ifasının pandemi süresince yapılması,
  • Pandemiden sonra akdedilmesi ve ifasının pandemi süresince yapılması,
  • Para ödeme borcu, mal veya hizmet tedarik borcu doğurup doğurmaması,
  • Tek seferlik (ani edimli) ya da proje bazlı olup olmadığı (sürekli edimli) 
    mücbir sebep için alınması gereken önlem ve tedbirlerin kapsamı, ifa imkansızlığının şartları, borcun hiç veya gereği gibi ifa edilememesi halinin tespitinde önem arz edecektir. Bu sebeple konu, her bir ticari iş ve işlem için ayrı değerlendirilmelidir.

 

Bununla birlikte bu süreçte sözleşmelerin ifası amacıyla dikkat edilmesi gereken bir takım hususlar bulunmaktadır. Örneğin, mal ve/veya hizmet tedariki konulu sözleşmelerin ifasında temel madde olarak kabul edilen dürüstlük kuralı ve basiretli tacir gibi hareket etme yükümlülüğü çerçevesinde stok kontrolü yapılması, uzun vadede üretim kapasitesi kontrolü yapılarak sipariş alımlarında bu hususun gözetilmesi, üretim miktarı ve teslim tarihi tehlikeye giren yükümlülükler bakımından açık ve ispat edilebilir gerekçelerle bu hususun karşı tarafa bildirilerek sözleşmenin yeni koşullarla değiştirilme imkânlarının müzakere edilmesi gibi arkasında dürüstlük kuralına uygun ve basiretli davranma ilkesine göre alınmış işletmesel kararlar bulunan adımların atılması sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin hafifletilmesi açısından hukuki önemi vardır. 

 

Bu nedenle yaşanabilecek olası ihtilafların ve davaların önüne geçmek için bu süreçte şirket avukatlarından aktif destek almakta fayda bulunmaktadır. 

 

Bilgi edinmenizi rica ederiz. 

Saygılarımızla,

[1] Forbes'in 19.03.2020[1] tarihli yazısında 

[2] KİZİR, Mahmut, "Yargıtay kararları ışığında basiretli işadamı gibi hareket etme yükümlülüğünün sözleşmenin değişen şartlara uyarlanmasına etkisi " ,S.249 

  

« Yayınlar

  « Sirküler 
  « Yazılar
Skip Ribbon Commands
Skip to main content
Deutschland Weltweit Search Menu